Mustafa Fehmi Kubilay; Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep, Giritli bir ailenin çocuğu
olarak 1906 yılında dünyaya geldi. Öğretmenlik eğitimini tamamladıktan sonra olayların
başladığı 1930 Aralık ayında Menemen'de yedeksubay sıfatıyla askerlik görevini yapmaktaydı.
Kubilay Olayı olarak tanımlanan ve Menemen'de 23 Aralık 1930'da Mustafa Fehmi Kubilay
ve bekçi Hasan ve bekçi Şevki'nin bir grup yobaz tarafından öldürülmesiyle başlayan ve
faillerin yargılanması sürecinin sürdüğü Ocak/Şubat 1931 aylarını kapsayan olaylar
zincirinin simgesi olan Türk askeridir.
23 Aralık 1930 günü sabahı Menemen’de meydana gelen olaylarda Yedek Subay Mustafa
Kubilay şehit edilir. Olaydan sonra, Menemen Cumhuriyet Savcısı, Savcı Yardımcısı ve Hükümet
Tabip Vekilinin hazırladıkları raporda, ürpertici bir durum tespit edilir. “Gazez Camisi
girişinin sol tarafındaki bahçede arkası üstü yatık, sağ tarafında kasaturası kınından çekik
bir halde, elbiseleri kanlı, başı boynundan ayrılmış ve etrafındaki toprakta çok fazla kan
lekeleri bulunan, tahminen 25 yaşlarında, üzerinde hâki renkte askerî elbise olan; orta
boylu, kumral benizli, saçları az ağarmış cesedin, Menemen’de 43 ncü Alay 1 nci Tabur 3 ncü
Bölük Takım Komutanı Yedek Subay İzmirli Hüseyin oğlu Kubilay olduğu anlaşılmıştır.”
Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın nasıl öldürüldüğünü de olayın görgü tanıklarından,
Menemen’deki telgraf memuru Nail Bey, şöyle anlatmaktadır. “Kubilay Bey’in kumandasında bir
müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askerî durdurup süngü tak emrini
vererek, kendisi şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam
ediyorlardı. Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler. Diğer arkadaşı
bunları o vaziyette görünce, Kubilay Bey’i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü.
Onbeş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp doğruca cami tarafına koştu. Bir kısım halk
bunu görünce dağıldı. Telgrafhaneye de bir kısmı girdi. Onları dışarı çıkarttım. Bu sırada
adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Biraz sonra saçından tutulu olduğu
halde, zavallı Kubilay Bey’in kesik kafasını getirdiklerini gördük. Ellerinde sancağın ucuna
kafayı geçirirlerken bir şeyler söyleyerek eğildiler. Kesik başın, elektrik direğine bir
kırmızı kuşakla bağlandığını gördüm. Kubilay Bey’in başı asılı olduğu halde meydanda
dönüyorlardı.”
Tarihe “Menemen Olayı” diye geçen bu eylemin sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir
hareket olarak uygulamaya geçirildiği yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Eylemciler
bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirmişlerdir.
Eylemin ele başı ve Yedek Subay Mustafa Kubilay’ın başını keserek öldüren Giritli Hasan
oğlu Mehmet, Osman oğlu Şamdan Mehmet, Hasan oğlu Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet,
Nalıncı Hasan ve Çakır oğlu Ramazan eylemci grubunu oluşturmaktadır.
Eylemcilerin hepsi Manisa’da ikamet etmektedirler ve nakşi tarikatiyle bağlantıları
vardır. Onları bu tarikata sokan ve eğiten, Manisa Askerî Hastahanesi imamlığından emekli
İbrahim Hoca’dır. İbrahim Hoca da İstanbul Erenköy’de Şevki Paşa köşkünde oturan Şeyh Esat’a
bağlıdır. İbrahim Hoca halifeler halifesi olarak, tarikatın etki alanının genişletilmesinden
ve yaygınlaştırılmasından sorumludur.
İbrahim Hoca’nın ifadesine göre, tekkeler yasaklanmadan önce Şeyh Esat’ın tahminen
yirmibin civarında müridi vardır. Manisa’daki müritlerin sayısı sorulduğunda ise İbrahim
Hoca “hiddetlenerek cevap vermem demiş” ve hiçbir şeklide açıklama yapmamıştır.
İbrahim Hoca’nın, Şeyh Esad’la ilişkisi, Şeyh Esad’ın yazdığı mektuplarda da açıkça
bellidir. “İbrahim Efendi’nin adresini sormuş idiniz. Manisa’da Askerî Hastahane imamı
İbrahim Efendi’ye yazmalısınız. Bir aydan fazla bu tarafta kaldılar. Ba’de (daha sonra)
mahall-i memuriyetine (görev yerine) avdet ettiler (geri döndüler). Müşarünileyh (kendisi)
gayurdur (çalışkandır).” Yine bir başka mektubunda da “İbrahim Hoca şimdi buradadır.
Hastahanede olduğu rahatsızlığı mündefi olmuştur (geçmiştir).” diye bilgi verir.
İbrahim Hoca da ifadesinde bu bağlantısını şöyle açıklar. “İlk tarikate intisabım oniki
sene evveldir. Nakşibendidir. Şeyhim İsmail Necati’ydi. Bâb-ı âli’de oturuyordu. Tekkesi
vardı. Ölmüştür. Ondan bir sene sonra tahminen o zaman Çapa’da tekkesi bulunan Şeyh Esat
Efendi’nin zikrine gittim ve ona bağlandım. Yani benim hocam oldu. Yirmibir senedir
tarikatin imamıdır.”
İbrahim Hoca’nın faal bir eleman olduğu da yine Şeyh Esad’ın bir mektubunda açıkça
görülmektedir. “Sariyer’de Kaymakamlık açılıyormuş. Müftülüğü için, İbrahim Efendi
vasıtalara ve muhiblerimize müracaat etmektedir.”
Şeyh Esad’ın oğlu (halife) Mehmet Ali de ibrahim Hoca’nın bağlantısını açıkça ifade
eder. “Kendisi pederimin on senelik dervişlerindendir. Şurdan burdan hiç tanımadığımız
adamları ziyaret maksadıyla bana ve pederime getirirdi.”
Şeyh Esad’ın müridlerinden Hüsnü Efendi, “daima sözünden ve nasihatinden ilham alarak
kendisini şeyhe bende (kul) eden kişileri” sayarken ilk isim olarak “İbrahim Hoca”yı
belirtir.
İbrahim Hoca’nın Manisa’da görevli iken merkeze bağlı Horosköy’de yoğun faaliyetleri
vardır. Burada ikamet eder, cami yaptırır, tarikate adam kazandırma çalışmalarını sürdürür,
vaaz verir. “Hoca köyümüzde oturduğu sırada Cuma günleri ve bazan hafta aralarında ve bazan
da kendisi ne zaman isterse o vakit köy camisinde vaaz verirdi. Köyde bulunduğu bir gün
ikindi namazı sırasında camide vaaz etmeye başladı”. Hoca, “Şapka giyen gâvurdur. Biz gâvur
olamayız. Rakı içen ve yalan söyleyenler de gâvurdur.” diye söyleniyordu.”
İbrahim Hoca bu köyde özellikle ileri gelenlerle sıkı ilişkiler kurar. Düzenli ve
gizli bir bağlantı mevcuttur. Tarikate kazandırılanlar “buradakilere (İbrahim Hocaya) ve
buradakiler de İstanbul’dakilere tâbidirler.”
Erenköy’de köşkte oturan Şeyh Esat’ı ziyaret edenler dönüşte propaganda yaparlar.
“Köşkün tertibatını ve orada gördükleri intizam ve kendilerine yapılan rağbeti ve oradaki
ibadet ve şeyhi ziyaret tarzını oraya gidip gelenler anlatmakla bitiremezler.”
İbrahim Hoca’nın etkinliğini ve kandırılmış kişiler üzerindeki etkisini şu sözler
ortaya koymaktadır. “Hoca İbrahim Efendi” köyde şeyh olarak tanınmıştır. Bazı kimseler, buna
çok hürmet ederler. Hatta bir gün ihtiyar heyetinin dairesinde otururken, bu adamın
dolandırıcı olduğunu söyledim. Orada bulunan ve İstanbul’a gidenlerden Osman Çavuş üzerime
yürüdü “Bu adam peygamber gibi bir zattır. Sus ismini ağzına alma. Ağzını üç defa zemzem
suyu ile yıka da öyle ismini söyle dedi ve silah çekecek bir vaziyete geldi.”
Menemen’deki olaydan iki ay önce, İbrahim Hoca Manisa’ya gelir. Kandırılmış kişilerin
ağzından dökülen şu sözler, meselenin ne kadar farklı bir mecrada seyrettiğini ortaya
koymaktadır. “Araplıkla beraber sultanlık ve Sultan Hamid’in oğlu gelecek. Tekkeler kapandı
ama açılacak ve serbest olacak. Kılıçlarımız gelecek kesecekler. Fes giyilecek.” “Biz, fes
giymek istiyoruz. Müslümanlık istiyoruz.”
İbrahim Hoca, Manisa’ya geldiği zaman birçok kişi onu ziyaret eder. İbrahim Hoca’nın
çok yakını olan Osman Çavuş “İnşaallah reis-i cumhuru gebertirler de rahat yüzü görürüz, fes
giyeriz.” demekten çekinmez. İbrahim Hoca Osman Çavuşun kendisiyle olan bağlantısını
ifadesinde teyit eder. “Tekaüt (emekli) edildikten sonra İstanbul’a gittim. Orada ikamet
etmeye başladım ve İstanbul’da iken bir defa Cemal ve bir defa Osman ve bir defa da tabur
imamı İlyas Efendi’den mektup aldım.”
Aşağıda ayrıntılı olarak görüleceği gibi, Menemen Olayının kilit isimlerinden ve eyleme
bizzat katılan Nalıncı Hasan, Şeyh Esat’ı ziyaret etmek üzere İstanbul’a gittiği zaman,
İbrahim Hocayla buluşur. İbrahim Hoca da bunu açık açık anlatmaktadır. “Bir sene evvel
Manisalı basmacı Osman Efendi ile Nalıncı Hasan’ı Esat Efendi’nin evinde gördüm ve hep
beraber bir odada oturduk ve bir gece beraber kaldık ve yanımıza kimse gelmedi, o gece
yattık, sabahleyin Esat Efendiyi ziyaret ettik... Haseki civarında bulunan Hoca Esat’ın oğlu
Ali Efendi’nin evine gittim. Osman Efendi ve Nalıncı Hasan ile orada hepimiz birleştik ve
dördümüz oturduk... Bir veyahut iki gün sonra Osman Efendi ile Nalıncı Hasan bizim eve
geldiler. Bir gece kaldılar ve sabahleyin gittiler.”
Menemen Olayında adı geçenlerden Saffet Hocanın, elebaşı eylemci mehdi Mehmet’le
ilişkisini de Nalıncı Hasan şöyle anlatır. “Bu olaydan 4 ay evvel Manisa’da Belediye çamlığı
içinden geçerken sağ istikamette Saffet Efendi ile bu mehdi Mehmet karşı karşıya gelmişler.
Çömelmek suretiyle oturarak yekdiğeriyle görüştüklerini gördüm. Bu sırada, mehdi Mehmet beni
yanlarına çağırdı. Ben de çömeldim. Mehdi Mehmet bana bir sigara verdi. Ben sigarayı henüz
içerken, bana “Galiba gideceksin” dedi. Ben, “Evet” diyerek yanlarından ayrıldım. Bu
vaziyetlerinden şüphe ederek, çamlık aralarından yani arkadan bir saat kadar tarassut ettim
(gözetledim). Bunlar bu suretle görüştüler.”
Temas bununla kalmaz. Bir süre sonra Menemen’e gelen Nalıncı Hasan, Manisa’ya dönerken,
Saffet Hoca, mehdi Mehmet’e yazdığı bir mektubu götürmesini ister. Nalıncı Hasan bu mektubu
mehdi Mehmet’e ulaştırır. Mektup Farsça yazılmıştır ve içeriğini soran Nalıncı Hasan’a bir
bilgi vermez. Olayın meydana geldiği gün, mehdi Mehmet’le Saffet Hocanın Menemen’deki
karşılaşmaları da aşağıda ayrıntılı olarak görüleceği gibi aradaki ilişkiyi açıklayıcı
mahiyettedir.
Menemen Olayı, 23 Aralık 1930 tarihinde gerçekleşmiştir. Eylemciler, bu tarihten önce
belirli bir hazırlık yapmışlar ve daha sonra eyleme geçmişlerdir.
Eylemcilerden mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet Emin, Ali
oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Topçu Hüseyin, Süleyman Çavuş, Çakır oğlu Ramazan, Çırak Mustafa,
Hüseyin oğlu Ali, önce bir esrarkeş kahvesinde daimi surette toplanarak orasını tekke haline
getirirler ve daha sonra da Tatlıcı Hüseyin’in Manisa’daki evinde dört gün süren bir
toplantı yaparlar. Gerçekleştirilecek eyleme ilişkin görüşme yapılır ve silah tedariki
kararlaştırılır. Giritli İsmail ve bıçakçı Hacı Mustafa’dan birer silah alınır. 7 Aralık
günü mehdi Mehmet, Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet aldıkları silahlarla Paşaköy’e giderler.
Ertesi gün de Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Çakır oğlu Ramazan Paşaköy’e ulaşırlar.
Paşaköy’de üç gün kaldıktan sonra, Manisa’nın kuzey doğusunda yer alan Yağcılar köyüne uğrar
ve burada yedi gün kalırlar. Ardından o gece yarısı eylemciler, Bozalan’a hareket ederler.
Bozalan’a doğru giderlerken, mehdi Mehmet, iki günden beri mehdiliğini ilan ettiğini,
Menemen’de bunu halka açıklayacağını, söyler. Nalıncı Hasan da Menemen’deki bir camiden
sancak alabileceğini belirtir ve uzun bir yürüyüşten sonra Bozalan köyü yakınlarına
gelirler. Dinlenmek için yatarlar ve bu sırada Çakır oğlu Ramazan kaçar.
Eylemcilerden mehdi Mehmet, buradan halka kendisinin “mehdi” olduğunu ve kendilerine
iltihak etmelerini telkin eder. Manisa’dan ayrılmalarından sonra geçen onbeş gün boyunca
eylemciler bu köylerde propaganda faaliyetlerinde bulunurlar. Bu süre içinde bir kısım
halkı etkilerler ve yardım görürler.
23 Aralık 1930 günü eyleme geçilmesi kararlaştırılır ve eylemciler başlarında mehdi
Mehmet olmak üzere Menemen’e sabah ezan vakti gelip Müftü camisine girerler. Camide bulunan
sancağı alıp mehdi, halkı kendilerine katılmaya davet eder ve şunları söyler. “Taraf-ı
ilahiden geliyoruz. Şeriat istiyoruz. Askerin kılıç ve kurşunu bize işlemez. Herkes bu
bayrağın altından geçecektir. Geçmeyenleri kılıçtan geçireceğiz. Bugün z******* (öğle) vakti
yetmişbin kişi bize yardıma gelecektir.”
Kendilerine katılan grupla birlikte eylemciler, sokaklarda dolaşıp herkesin
dükkânlarını kapayarak peşlerinden gelmelerini söyleyerek yürüyüşe geçerler. Saffet Hocanın
evinin önünden geçerlerken o da evden çıkar ve grubun arkasından yürür. Mehdi Mehmet,
Saffet Hocaya karşı saygıda kusur etmez. Bir süre sonra Saffet Hoca gruptan ayrılır ve
meseleden hiç haberi yokmuş gibi tekrar evine döner ve pencereleri kapatır. Eylemcilerin
bulunduğu grup Belediye binasının önüne kadar gelir. Kalabalık artar. Mehdi Mehmet
kendisinin mehdiliğine ve şeriati yerine getireceklerine dair halka hitap eder.
Eylemi haber alan Jandarma Bölük Komutanı topluluğun bulunduğu alana gider ve
eylemcilere dağılmalarını söyler. Mehdi Mehmet, “Ben mehdiyim. Şeriatı ilan ediyorum. Bana
kimse mukavemet edemez.” diye cevap verirken, kalabalıktan alkışlar yükselir. Herhangi bir
üzücü olaya meydan vermemek için, Bölük Komutanı hükümet binasına gelerek 43 ncü Piyade
Alayından takviye kuvvet ister.
Bu sırada Alay Komutanlığında eğitime çıkmak üzere hazırlanan Yedek Subay Mustafa
Kubilay’a bir müfrezeyle olay yerine gitmesi emredilir. Cephane almadan hemen hareket eden
müfrezeyi, Yedek Subay Mustafa Kubilay, halkla bir çatışmaya meydan vermemek için askerlere
süngü taktırarak alandaki kahvenin önüne bırakır ve kalabalığa hitap eden eylemcilerin
yanına gider. Mehdi Mehmet’in yakasından tutarak silahını teslim etmesini ister.
Eylemcilerin arasından ateş açılır ve Mustafa Kubilay yaralanır.